Eğitimde Dini Sancılarla Yozlaştırılan Bir Sistem

Eğitimde dini konuların yaygınlaştırılması, ilahiyat okullarının artırılması, kitapların yavaş yavaş çocuklardan başlayarak tüm toplumu dönüştürmesi konuları, ülkemizde bilinmedik konular değildir.

Ozan Çoli
05/03/2025 09:30
Eğitimde Dini Sancılarla Yozlaştırılan Bir Sistem
Eğitimde dini konuların yaygınlaştırılması, ilahiyat okullarının artırılması, kitapların yavaş yavaş çocuklardan başlayarak tüm toplumu dönüştürmesi konuları, ülkemizde bilinmedik konular değildir. Son dönemde gizlice yürütülen bu konulardaki çalışmalar, basına da yansıdığı üzere sarı sendika olarak kurulmuş olan Eğitimciler Sendikası’nın başkanı sıfatıyla açıklamalar yapan bir kişi tarafından, jurnalciliğe soyunulmuş ve nerede yaşadıklarını unuturcasına, Hala Sultan İlahiyat Koleji’nin aile WhatsApp gurubundan “din derslerinin tüm çocuklara zorunlu hale getirilmesi” çağrıları yapılmıştır. Bu konu Türkiye’de bile tartışılmaktadır… Ana sınıflardan başlayarak -4 yaş gurubu çocuklardan bahsediliyor- Kuran dersleri, temel dini bilgiler (İslam), peygamberin hayatı gibi derslerin eğitim müfredatlarında zorunlu olarak eklenmesini ve Sünniliğin “tek doğru din” ve mezhep olarak öğretilmesini açık açık istiyorlar. Ailelere ve öğretmenlere yapılan bu çağrılardan sonra, mübarek Ramazan ayının maneviyatı ile olsa gerek, hadlerini de aşarak, Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs işlerinden sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a şikayet dilekçesi ile bir rapor sunmuşlar. Kızgınlıklarının nedenin ise, Özgür Gazete’nin yayınladığı rapor ve konuyu manşete çekerek toplumun ve yöneticilerin gündemine getirmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Benim için tüyler ürperten konu ise raporun içeriği. Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine, açıkça buradaki eğitimi bir an önce ele geçirilmesi gerektiği konusundaki önerilerin yapılması.  Sanki de buradaki eğitim her şeyi ile Türkiye’ye bağlamamış gibi… Beğenir veya beğenmezsiniz, KKTC Milli Eğitim Bakanı’nı işleri yavaş yürüttüğünden “din düşmanı” ilan etmeleri ve Meclis’te (bir zamanlar yüce Meclis idi) bulunan tüm seçilmişleri de “Kripto Yahudiler”  ilan ederek “hadsizler” olarak nitelendirmeleri. Bu görüşlerinin desteklenmesi halinde Meclis’teki seçilmişlere hadlerini bildirmeye hazır olduklarını söylemeleridir. Şimdi bu söylenenlerin, Türkiye Cumhuriyeti’nde seçilmişlere söylenmesi durumunda devlet ve yetkilileri ne yapardı?  Büyük soru bu olması gerekmez mi? İslam dünyasında yapılan bir araştırmaya göre, Arap ülkeleri gibi İslam’ın baskı ve katı kurallarla uygulandığı ülkelerde, dinden uzaklaşanların sayısı ve din ila devlet işlerinin bir birinden ayrılması gerektiğini isteyenlerin sayısı hızla artmaktadır… Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’de ve bizim ülkemizde, Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması konusunu, yüz yıl önce çözüme kavuşturmuştur. Küçük yaşlarda yapılması istenen (4 yaştan başlayan ) din eğitimleri, çocukların pedagojik ve ruhsal sorunlar yaşamasını da birlikte getirdiğinden (ahiret referansları, gece kabusları, karşı cinse bakışın günah sayılması v.s) uzmanlar tarafından uygun görülmemektedir. Örneğin din kitaplarında referans verilen “hanım” kelimesi, “kadın”ın sahiplenilmesini getirdiğinden veya bu referansla küçük yaşlardan itibaren halasının elini tutmasının bile günah sayılması gibi toplumsal sorunlar ve ahlaki yozlaşmaya varan sonuçlar getirebileceği bilinmektedir. Ülkemiz eğitiminde okutulacak kitaplar, Türkiye eğitim sistemi kitap havuzundan, dijital ortamlarda, sayısal kodlarla indirilerek, seçilmesi ve okutulması bizim Eğitim Bakanlığımız tarafından istenmektedir. Ülkenin yerel yasa, tüzük ve ahlak kuralları ile yerel kültürümüz yok sayılarak, bu çok önemli konuların ders kitaplarına uyarlanması saf dışı bırakılmaktadır. Eğitim kitapları, artık sistem üzerinden öğretmenlere seçtiriliyor. Ama tüm dünyada yaş guruplarına göre okutulan kitaplar, uzmanlar tarafından incelenerek yerel uyumluluklara da önem verilerek, okullarda ve derslerde kullanılması sağlanmaktadır. “Öğretmen bunu seçti” diyerek, öğretim sistemine ve derslere ders kitabı olarak sokulması ancak bizim gibi ülkelerde olur. Toplum olarak, uyumlaştırılmamış dersler ve farklı kültürlerden gelmiş aile ve çocuklarının yaşama getireceği sosyolojik olayları, eğitim ( evde, okulda, toplumda ) ile çözemezsek, Mağusa’da 12 yaş gurubu çocukların işlediği kriminal eylemlerle daha çok şok geçireceğiz. Eğitimde bu ve benzeri sorunları artıran bazı uygulamaları da yok saymamalıyız. Hiç bir hazırlık yapılmadan, okulların fiziki yapılarını bile standartlaştırmadan, okul içinde veya okul çevresinde, güvenlik önlemleri düşünülmeden, öğleden sonraları okul ve ders inadı ile popülizm yapılarak, çocukları kendi kendilerine veya kendilerinden büyükler tarafından ( zorbalık ) zarar görme tehditleri arasında, akşamlara kadar okulda ve okul çıkışlarında, düzensiz bir yapı içerisinde evlerine ulaşma telaşı ile koşturmaları her türlü tehlikeye davetiye çıkarmaktadır. Ülkedeki insan profilinin de fazlaca değişmesi, gerekli denetim ve güvenlik önlemlerinin bulunmayışı gibi sorunlar nedeni ile içi boş öğleden sonra eğitimini bir fiyaskoya ve toplumsal sorunlara çevirmiştir. Çağdaş eğitimde olması gerekenler, öğrencilere Sosyal, Kültürel, Sportif, Sanatsal, Mesleki ve Bilimsel, Teknolojik etkinlikler ile proje çalışmaları, çeşitli konularda yarışmalar, sosyal sorumluluk etkinlikleri ile Mesleki ve Teknik ders ve kursların sisteme dahil edilmesi öncelikli olarak amaçlanmalıdır. Eğitim sisteminin, çoğulculuğa, din ve inanç özgürlüğüne saygılı bir hale getirilmesi desteklenmelidir. Anne- babalar için, aile içinde kurulması gereken bağlar, etik kurallar ve toplumda eşitlik konularının, artık yaşantıda pek de uygulanmadığını en yalın hali ile çocuklarıyla konuşması önemli konular arasında olmalıdır. Son olarak bilinmesini isterim ki, öğretmene değer vermemek, öğretmen tasarrufu politikalarında ısrar etmek topluma büyük bedeller ödettirilmesidir. Hiç bir işte kimseyi saatlerce, zorlayarak, tehdit ederek iş yaptıramazsınız. Yaptıracağınız iş öğretmende olduğu gibi dersini vererek öğretmenlik yapmaya ikna edersiniz. Böyle bir durumda, kimse kendi öğlen yemeğinden feragat ederek, cebindeki paranın bazen yarısını öğrencisine vermesini, öğrencisini korumak için kendi güvenliğini yok sayan bir öğretmenlik, zorla yapılamaz. Öğretmenlik mesleğini kutsal yapan, saygı, sevgi ve itibar göstermekten geçer. Öğretmene saygı, sevgi ve itibarla davranılırsa, o da kendisinden beklenenin ötesine geçerek, özlenen öğretmen olur. Gerisi işleri daha da zora sokarak, tüm toplumun zarar görmesidir. Kalın sağlıcakla... YAZI/ OZAN ÇOLİ