Okullarda bone-bandana krizi: Özgürlük maskesiyle dayatılan tüzük

Sosyal medya üzerinden yapılan tartışmalar, toplumsal bir kutuplaşmaya neden olmakta; bu tüzüğü bir gece operasyonuyla toplumun gündemine sokan siyasiler ise adeta halkı bilinçli olarak provoke etmektedir.

Ozan Çoli
11/04/2025 11:12
Okullarda bone-bandana krizi: Özgürlük maskesiyle dayatılan tüzük

Yazıyı kaleme aldığım 8 Nisan 2025 günü, yaşadığımız ülkede her alanda olduğu gibi, toplumun geleceğini şekillendirme sorumluluğumuz bulunan çocuklarımızın en iyi şekilde hayata hazırlanmasını sağlayacak Eğitim Bakanlığı’nda (ve eğitim bakanı nezdinde) akıllara durgunluk veren işler yapılmaktadır.

Anlaşılan o ki, bugün eğitimi yönetme görevine gelen siyasiler, “çocuk” kavramının ne anlama geldiğini ve çocukların yüksek yararına olan konuların ayrıştırılmasını dahi bilmemekte ya da bu bilgiye sahip olmalarına rağmen kendi çıkarları uğruna çocukları kullanmaktadırlar. Henüz kişilik ve karakter yapıları oluşmamış bireylerin “inanç ve din” gibi soyut kavramlar konusunda özgür iradeyle karar vermesinin mümkün olmadığını ya bilmiyorlar ya da görmezden geliyorlar.

Bize ise, “din ve inanç özgürlüğü” adı altında toplumu bölen, yapay gündemlerle vakit kaybettiren tartışmalar düşüyor. Oysa gerçek özgürlük; bireylerin kimliklerini özgürce ifade edebildiği, çeşitli sembollerin kültürel zenginlik olarak görüldüğü laik bir düzende mümkündür. Devletimiz de laik bir devlettir. Özgürlük, belirli bir grubun tekelinde değil; tüm toplumun ortak paydasında bulunmalıdır.

Eğitimde yaşanan onlarca ciddi sorun — çöken okul binaları, toplumda derinleşen yoksulluk, yetersiz beslenen çocuklar, bilimden uzaklaştırılan kitap içerikleri, ezbere dayalı sistem ve çağ dışı programlar — ortadayken, siyasi çıkarlar uğruna bir gecede geçirilen “Kargaşa Tüzüğü” adeta tarihe geriye dönüş hamlesidir. Bu uygulama, siyasal İslam’a hizmet edecek şekilde hazırlanmış, özgürlük maskesi altında toplumun aklıyla alay etmektedir.

Amaç, sorgulamayan, düşünmeyen, itaat eden bir nesil yetiştirerek; ülkeyi toplumun çocukları için değil, kendi iktidarları için şekillendirmek. Özgürlük kavramı kullanılarak gündeme getirilen bu konu, özellikle liselerdeki öğrenciler tarafından “sınırsız özgürlük” olarak algılanmakta; “Onun öyle bir hakkı varsa, benim de saçımı boyama, istediğim gibi kesme, puşi takma özgürlüğüm vardır” gibi düşünceler oluşmaktadır. Sanmayın ki çocuklar, büyüklerin tartıştığı bu konulardan etkilenmiyor.

Zaten okul idareleri, bu gibi durumları tartışmalar öncesinde bile kontrol etmekte zorlanırken; bu tüzük uygulamaya girerse, muğlak ifadeleriyle birlikte okul içi çatışmaları ve ayrışmaları daha da körükleyecektir. Saygı ve düzenin ortadan kalktığı okulların, topluma nasıl yansımalar yapacağı ise tartışmasız bir gerçektir.

Öğretmenlerimiz, 13–18 yaş arası öğrencilere uygulanacak böyle bir tüzüğün eğitime hiçbir katkı sağlamayacağını; aksine, uygulanması halinde birçok şeyin kaybedileceğini biliyor, dile getiriyor ve mücadele ediyorlar. Ancak bu mücadele yalnızca öğretmenlerin sırtlayacağı bir mücadele değil, toplumsal bir mücadele olmalıdır.

Sosyal medya üzerinden yapılan tartışmalar, toplumsal bir kutuplaşmaya neden olmakta; bu tüzüğü bir gece operasyonuyla toplumun gündemine sokan siyasiler ise adeta halkı bilinçli olarak provoke etmektedir. Okullarda sorumlulukları altında bulunan on binlerce öğrenci ve öğretmeni umursamayan bu yaklaşım, eğitim gibi hayati bir alanda telafisi mümkün olmayan sorunlar doğuracaktır.

Çocuk psikolojisini, çatışmayı, ötekileştirmeyi, kutuplaştırmayı, izolasyonu ve baskıları beraberinde getirecek bu tüzük değişikliği, yıllar sonra dahi okullardan topluma devasa sosyal sorunlar taşıyacaktır. Dünyadaki eğitim bilimlerini, felsefeleri yok sayarak, adeta yüzyıl öncesinin tartışmalarına sıkıştırılmış bir toplum haline getirilmeye çalışıyoruz. Şişede tutulması gereken “cinler”, kasıtlı bir şekilde serbest bırakılmış; manevi ve dogmatik eğitimi yaymak üzere toplumun içine salınmıştır.

Eğitim ve toplum, cinlere, perilere, şeytanlara, meleklere ve onlara hükmedeceğini iddia eden üfürükçülere, büyücülere teslim edilemez. Devlet, ülkede yaşayan insanlara çağdaş ve refah içinde bir yaşam sağlamakla yükümlüdür. Bizler, devlet kurumlarının işleyişine bakarak devlete güven duyarız ya da duymayız. Bu kurumlara atanan ya da seçilen kişilerden beklentimiz; refah, gelişim ve kolaylık sağlamak; hayatı zorlaştırmak değil.

Eğer bir yönetici halka refah yerine yoksulluk, gelişim yerine biat öneriyorsa, o makamları hak etmiyor demektir. Halka verecek hiçbir şeyiniz kalmamışsa, hâlâ halktan almaya çalışıyorsanız, bu halk bir gün size “Hadi oradan!” demesini de bilir. Artık boş insanlarla vakit kaybedecek bir çağda yaşamıyoruz.

Toplum, bir an önce sandığın önüne konmasını bekliyor.

Kalın sağlıcakla.

#okullarda başörtüsü tüzüğü#kktc başörtüsü krizi#eğitim#laik eğitim