2025 yılı biterken: Dünyadan Kıbrıs’a yılın kısa bir değerlendirmesi

2025 yılını geride bırakmak üzereyiz. Bana sorarsanız oldukça yoğun, sarsıcı ve yorucu bir yıl oldu. Neden derseniz, açıklayayım.

Yonca Özdemir
29/12/2025 09:42
2025 yılı biterken: Dünyadan Kıbrıs’a yılın kısa bir değerlendirmesi

2025 yılını geride bırakmak üzereyiz. Bana sorarsanız oldukça yoğun, sarsıcı ve yorucu bir yıl oldu. Neden derseniz, açıklayayım.

***

Dünya açısından yılın en büyük şoku, kuşkusuz Donald Trump’ın Amerikan başkanlığına yeniden seçilmesiydi. Küresel ölçekte zaten yükselişte olan sağ popülist dalga, bu dalganın en güçlü sembolü olan Trump’ın 20 Ocak’ta yeniden Beyaz Saray’a çıkmasıyla adeta ivme kazandı.

2025 yılı boyunca bu eğilimin farklı coğrafyalarda da somutlaştığını gördük. Belçika ve Çek Cumhuriyeti’nde sağ popülist iktidarlar iş başına geldi. Geçtiğimiz hafta Honduras’ta sağ muhafazakâr aday Nasry Asfura seçimi kazandı. Ondan bir hafta önce ise Şili’de, Nazi kökenli bir aileden gelen ve Pinochet dönemini açıkça savunan bir başkan seçildi. Japonya’da Ekim ayında göreve başlayan Başbakan Sanae Takaichi, ülkenin ilk kadın başbakanı olmakla birlikte, şaşırtıcı derecede muhafazakâr ve milliyetçi bir siyasi çizgiyi temsil ediyor. Almanya’da da şubat ayında yapılan genel seçimlerde aşırı sağ parti AfD, oyların yaklaşık %20,8’ini alarak parlamentonun ikinci büyük partisi haline geldi. Buna karşılık Sosyal Demokrat Parti, oy oranının yaklaşık %16’ya gerilemesiyle savaş sonrası tarihinin en kötü sonucunu aldı. Kısacası 2025, dünya genelinde sağın belirgin biçimde yükseldiği, solun ise ciddi bir gerileme yaşadığı bir yıl olarak kayda geçti.

***

Olumlu bir seçim sonucu olarak değerlendirilebilecek örneklerin sayısı ne yazık ki oldukça sınırlıydı. Bunlardan biri ise kuşkusuz Amerika’da Kasım başında bazı eyalet ve şehirlerde yapılan, görece küçük çaplı ara seçimlerdi. Bu seçimlerin en çok ses getiren sonucu, daha önce burada da ayrıntılı biçimde ele aldığım üzere (https://kibrisligazetesi.com/haber/53008/zohran-mamdani-nin-parlak-zaferi-mamdani-bize-ne-ogretti/), demokratik sosyalist Zohran Mamdani’nin New York kentinin belediye başkanı seçilmesi oldu. Diğer sonuçlara bakıldığında da, Trump’ın popülaritesinin şimdiden ciddi ölçüde gerilemiş olduğunu söylemek mümkün. Buna rağmen, Trump’ın henüz bir yılı bile doldurmadan Amerikan demokratik kurumlarında ciddi bir erozyona yol açtığı ve Amerika’da ciddi bir demokratik gerileme sürecini tetiklediği yadsınamaz bir gerçek.

Kendi adıma, 2025 boyunca Trump’ın hem iç politikada hem de uluslararası alanda attığı adımları izlemekten fazlasıyla yoruldum. Neredeyse her gün gelen skandal demeçlerini, dudak uçuklatan kararnamelerini, göçmenlere  reva gördüğü insanlık dışı muameleyi ve herhangi bir etik kaygıdan yoksun sosyal medya paylaşımlarını takip etmek benim için başlı başına yıpratıcı bir deneyime dönüştü. Trump’ı 2025 yılında dünyanın başına gelen en büyük bela olarak görüyorum. 2028’den önce iktidardan düşme ihtimalinin son derece düşük olduğu da düşünüldüğünde, 2026 yılında da bu belanın ve yarattığı etkilerin dünya çapında hissedilmeye devam edeceğini öngörmek zor değil.

***

Uluslararası alanda ise 2025 yılına damgasını vuran en önemli gelişmelerden biri kuşkusuz Trump’ın ticaret politikasıydı. Amerika’nın ticaret açığını azaltma iddiasıyla Trump’ın neredeyse tüm ülkelere karşı gümrük vergilerini olağanüstü ölçüde artırması, küresel ekonomik sistemi derinden sarstı. Bu politikaların Amerika ekonomisini gerçekten güçlendirip güçlendirmeyeceği son derece tartışmalı olmakla birlikte, diğer ülkeler açısından ciddi ekonomik zararlar yaratma ihtimali oldukça yüksek. Bu sarsıntının uzun vadeli etkilerinin ise dünya genelinde 2026 yılında çok daha belirgin biçimde hissedileceği kesin.

Önceki yıllarda başlayan iki bölgesel savaş, 2025 yılında da tüm yıkıcılığıyla devam etti. Bunlardan Orta Doğu’da süren Gazze savaşı, Trump’ın dayattığı planla durmuş gibi görünse de, bunun kalıcı bir barıştan ziyade geçici bir ateşkes olma ihtimali oldukça yüksek. Nitekim Gazze’de açlık krizi kısmen hafiflemiş olsa da ölümler sona ermiş değil. Üstelik ne İsrail Başbakanı Netanyahu ve ekibi ne de Hamas, neden oldukları binlerce can kaybı nedeniyle hesap verdi. Halkların artan baskısına rağmen, Batılı devletlerin büyük bölümü İsrail’i açık biçimde kınamaktan kaçındı. Dahası, soykırım iddialarını yüksek sesle dile getirenler — Uluslararası Ceza Mahkemesi üyeleri ya da Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Francesca Albanese gibi — Amerika ve İsrail ortaklığı altında ciddi yaptırımlara maruz kaldı. Böylece 2025 yılında da, tıpkı 2024’te olduğu gibi, savaş suçlarının cezasız kaldığı bir uluslararası düzene tanıklık ettik.

Ukrayna savaşı da 2025’te devam etti. Trump’ın Nobel barış ödülü almayı kafasına takması sonucu birkaç kez alelacele barış görüşmeleri ve barış önerileri yapıldı ama Putin’in maksimalist talepleri nedeniyle bu girişimlerin hiçbiri somut bir sonuca ulaşamadı. Ukrayna’nın direnişi ve Avrupalı ülkelerin Putin karşısındaki kaygıları olmasaydı, Rusya’ya neredeyse her türlü tavizi içeren bir anlaşmanın Trump’ın öncülüğünde imzalanması işten bile olmayabilirdi. Zira Trump için tek önemli şey savaşın sona erdiğinin ilan edilmesi; bunun hangi koşullarda gerçekleşeceği ya da adaletin sağlanıp sağlanmadığı değil.

Başta Ukrayna ve NATO meselesi olmak üzere, Amerika ile Avrupa arasında giderek artan gerilimler 2025 yılını uluslararası düzen açısından gerçek bir dönüm noktası hâline getirdi. Trump’ın yeniden Amerikan başkanı olmasıyla birlikte Batı ittifakı ve bu ittifakın kurumsal yapıları hızla zayıflamaya, hatta çözülmeye başladı. Bu ittifaka uzun yıllar boyunca büyük ölçüde yaslanan Avrupa ise bu gelişmeye hazırlıksız yakalandı. Gelinen noktada Avrupa’nın yalnızca askerî ve siyasal değil, ekonomik geleceği de ciddi bir belirsizliğe girmiş durumda. Üstelik birçok Avrupa ülkesinde Avrupa Birliği karşıtı akımların ve partilerin giderek güçlenmekte olduğu da göz önüne alındığında, 2026’da Avrupa açısından tehlike çanlarının daha da çok çalacağını söylemek abartı olmayacaktır.

***

Gelelim Türkiye’ye… Türkiye de 2025 yılını oldukça fırtınalı geçiren ülkelerden biri oldu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın en güçlü siyasi rakibi olan Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart sabahı gözaltına alınmasıyla başlayan süreç, buna tepki olarak özellikle gençlerin sokaklara dökülmesi, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in farklı şehirlerde ve mekânlarda aralıksız düzenlediği mitingler ve bunlara karşılık gelen yeni operasyonlar ile çok sayıda CHP’linin tutuklanmasıyla derinleşti. Tüm bu gelişmeler, kuşkusuz Türkiye’de 2025 yılına damgasını vuran en önemli olaylar zinciriydi. Bu süreç, bir yandan CHP’nin ve Özgür Özel’in siyasi yükselişine zemin hazırlarken, diğer yandan Türkiye demokrasisinin yaşadığı gerilemeyi de açık biçimde gözler önüne serdi. Bu açıdan bakıldığında 2025, tıpkı 2016’da olduğu gibi, Türkiye için kritik bir siyasal kırılma noktası olarak kayda geçti. Her ne kadar bu kırılma şimdilik daha çok otoriterleşmeye doğru bir yönelimi işaret ediyor olsa da uzun vadede demokrasiye giden yolun başlangıç noktası da olabilir.

Türkiye’de yaşanan gelişmeler CHP’ye yönelik yargı müdahaleleriyle de sınırlı kalmadı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 2024’te başlattığı “terörsüz Türkiye” açılımı, kamuoyunda başlangıçta fazla güven yaratmasa da, 2025 yılında atılan daha somut adımlarla birlikte Kürt sorununun çözülebileceğine dair umutları canlı tutmayı sürdürdü. Ne var ki yıl ilerledikçe bu meselenin çözümünün yalnızca Türkiye’nin iradesine bağlı olmadığı, Suriye’deki gelişmelerle de yakından ilişkili olduğu daha net biçimde ortaya çıktı. Nitekim son aylarda Suriye sahasında yaşanan karmaşa, sürecin hâlâ sonuçlanamadığını ve belirsizliğini koruduğunu gösteriyor.

Bu arada Türkiye’de yürütülen operasyonlar yalnızca CHP ile sınırlı kalmadı ve bazı iş insanlarına da uzandı. Nitelikleri farklı olsa da, son haftalarda gerçekleştirilen futbol bahis operasyonları ile kamuoyunda geniş yankı uyandıran ünlülere yönelik uyuşturucu operasyonları, Türkiye’nin bu yıl son derece karmaşık ve çalkantılı bir süreçten geçtiğini açık biçimde ortaya koyuyor. Bir yandan son derece büyük ölçekli yolsuzlukların ifşa edildiğine tanıklık ederken, öte yandan bunlardan çok daha kapsamlı yolsuzlukların var olduğunu, ancak bunların üzerine hiçbir şekilde gidilmediğini de biliyoruz. Bu bağlamda yürütülen operasyonlar, gerçek anlamda bir “temiz eller” sürecinden ziyade, birbirleriyle rekabet halindeki siyasi grupların karşılıklı olarak birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalıştığı bir operasyonlar zinciri izlenimi veriyor.

Ayrıca 2025 yılında Redkitler, Acunurlar, Casperler ve Daltonlar gibi “yeni nesil suç örgütleri”nin Türkiye gündeminde sıklıkla yer aldığını gördük. Pek çok yorumcu bu olguyu “sosyal çürüme” kavramıyla açıklamaya çalışıyor; fakat bu giderek büyüyen sorunun, yoksulluk, eşitsizlik ve eğitim gibi yapısal faktörlerle birlikte ele alınarak çok daha kapsamlı ve ciddi bir biçimde analiz edilmesine ihtiyaç olduğu da ortada.

***

Yeni nesil çetelerden söz etmişken, Kıbrıs’taki gelişmelere geçmek yerinde olacak. Nitekim bu yapıların uzantıları 2025 yılında Kuzey Kıbrıs’a kadar ulaştı ve adanın kuzeyinde giderek en önemli sorunlardan biri hâline geldi. Zaten son yıllarda yasadışı bahis, kara para aklama ve bu ağların Kuzey Kıbrıs’ı operasyonel bir merkez olarak kullanması üzerinden büyüyen bir mafya düzeni ve mafya–siyaset ilişkileri tartışması mevcuttu. Görünen o ki, artık Z kuşağı çeteler olarak adlandırılan bu yeni yapılar da Kıbrıs’ı keşfetmiş durumda.

2025 yılının en sarsıcı olaylarından biri de kuşkusuz, 2022’de öldürülen Halil Falyalı’nın finans müdürü olarak bilinen ve Hollanda’da firari durumda bulunan Cemil Önal’ın ölümü oldu. Önal, Kıbrıslı gazeteci Ayşemden Akın’a verdiği ve Falyalı’nın hem Türkiye’deki hem de Kıbrıs’taki siyasi bağlantılarına dair çarpıcı iddialar içeren sansasyonel röportajdan kısa bir süre sonra bir suikasta kurban gitti. Bu röportajın ardından Ayşemden Akın’ın açık tehditlere maruz kalması, adadaki kaygıları daha da tırmandırdı. Ne var ki gazetecilere yönelik tehditler bu olayla sınırlı kalmadı. Canan Onurer ve Pınar Barut’un da aralarında bulunduğu çok sayıda gazeteci yaptıkları haberler sebebiyle ölüm tehditleriyle karşı karşıya kaldı. Tüm bu gelişmeler, Kuzey Kıbrıs’ta yalnızca güvenlik açısından değil, aynı zamanda ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğü bakımından da son derece endişe verici bir tablo ortaya koydu.

Kuzey Kıbrıs için bir başka gündem de okullarda başörtüsü tartışması oldu. Geçtiğimiz baharda ortaöğretim okullarında başörtüsünün serbest bırakılmasını öngören disiplin tüzüğü değişikliği toplumda protestolarla karşılandı. Sonrasında tüzük Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi ama bu konu hala bitmişe benzemiyor; hem Türkiye’den gelen baskılar hem de laiklik, ifade özgürlüğü ve eğitim hakkı konularında toplumsal tartışmalar devam ediyor.

Diğer gelişmelere bakıldığında, Kuzey Kıbrıs’ta Ekim ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2025 yılının hem en önemli hem de en olumlu gelişmesi olarak öne çıktı. Ersin Tatar’ın beş yıllık cumhurbaşkanlığı, 19 Ekim’de Tufan Erhürman karşısında aldığı net yenilgiyle sona erdi. Lakin, Kıbrıslı Türklerin ülkedeki siyasete duyduğu yaygın rahatsızlığın sandığa güçlü biçimde yansıdığı bu sonuç, henüz bir hükümet değişikliğini getirmiş değil. Her geçen gün derinleşen sorunlar karşısında ya açık bir yetersizlik sergileyen ya da bizzat bu sorunların kaynağı olarak çözümün önünde bir engel oluşturan UBP-DP-YDP hükümeti, giderek zayıflayan meşruiyetine karşın koltuğunu korumaya devam ediyor. 2026 yılı büyük ihtimalle artık bu hükümetin düşmesine sahne olacaktır.

Olumlu gelişmeler açısından bakıldığında, Güney ile siyasi temasların yeniden başlamış olması sevindirici. Daha hızlı ve somut ilerlemeler yaşansaydı, belki çok daha iyimser bir tablo çizmek mümkün olabilirdi ama bekleyip göreceğiz. Ancak şunu da gözden kaçırmamak gerekir: gerek Doğu Akdeniz’deki jeopolitik gelişmeler gerekse Türkiye’deki genel gidişat dikkate alındığında, Kuzey Kıbrıs’taki sorunların yalnızca cumhurbaşkanının — hatta hükümetin — değişmesiyle çözülebileceğini düşünmek gerçekçi değil. Önümüzdeki yıl da bu toprakların pek çok yapısal sorunla mücadele etmeye devam edeceğini ve bu süreçte ciddi mücadeleler vermek zorunda kalacağımızı öngörmek mümkün.

***

Daha fazla uzatmadan, 2026’nın hem ülkemiz hem de dünya için 2025’ten çok daha iyi gelişmelere sahne olmasını diliyorum.

#2025 dünya