Para Gerçekten de Mutluluğu Satın Alabilir mi?

Tüketim kültürü, bizi 0’dan 100’e bilmem kaç saniyede çıkan bir Porsche’nin veya yepyeni bir iPhone modelinin getirebileceği mutluluğun hayallerini kurmaya teşvik ediyor.

Kıbrıslı Gazetesi
17/04/2023 20:23
Para Gerçekten de Mutluluğu Satın Alabilir mi?
Tüketim kültürü, bizi 0’dan 100’e bilmem kaç saniyede çıkan bir Porsche’nin veya yepyeni bir iPhone modelinin getirebileceği mutluluğun hayallerini kurmaya teşvik ediyor. Buna rağmen çoğu ailenin gıda, barınma, sağlık hizmetleri ve çocuk bakımı gibi temel ihtiyaçlarını karşılama imkânı, on yıllar boyunca istikrarlı bir şekilde azaldı. Hepimiz paranın mutluluğu satın alamayacağı konusunda tembihlenmiştik ancak orta sınıfın güvenliğinin üzerine sifon çekilmesi, bizi aksi yöndeki kanıtları kabullenmeye fazlasıyla istekli hâle getirdi. UCLA'deki araştırmacılar, yarım yüzyıldan uzun bir süre boyunca Amerikan Birinci Sınıf Öğrencisi: Ulusal Normlar adında, üniversiteye yeni başlayan öğrencilerini inceleyen büyük bir çalışma yürüttüler. Araştırmanın bir bölümünde, öğrencilerin hayata dair belirlenen 20 hedefi "önemsiz"den "vazgeçilmez"e uzanan bir ölçekte değerlendirmeleri isteniyor. Hedeflerin birçoğu, bir topluluğun lideri olmak, bilimsel ilerlemelere katkıda bulunmak, sanat eserleri yaratmak ve başarılı bir iş kurmak gibi büyük ölçekli başlıklardan oluşuyor. 1969'daki araştırmaya göre, dört yıllık üniversitelere yeni girmiş öğrenciler en çok "anlamlı bir yaşam felsefesi geliştirmeyi" (yüzde 85'i bunu "vazgeçilmez" veya "çok önemli" olarak değerlendiriyordu), “bir aile kurmayı” (yüzde 73) ve “zor durumda olanlara yardım etmeyi” (yüzde 69) önemsiyordu. On yıl sonra yapılan araştırmada, öğrenciler bu kez "alanlarında otorite olmayı" (yüzde 74) seçerken, bu hedefi "başkalarına yardım etmek" ve "bir aile kurmak” başlıkları takip ediyordu. Ancak Wall Street için kısıtlamaları kaldıran, vergi kanununu değiştiren ve ülkeyi Büyük Buhran'dan bu yana görülmemiş gelir eşitsizliklerine sürükleyen Reagan döneminde bir şeyler değişti. 1989'a geldiğimizde araştırmanın zirvesine tırmanan yeni bir hedef vardı ve o günden beri de hep tepelerde bulunmaya devam etti: Para. Gerçekten de, 2023 girişli öğrencilerin 1 numaralı hedefi “mali açıdan çok iyi durumda olmak.” Her beş öğrencinin neredeyse tamamı tarafından, bu başlık "vazgeçilmez" veya "çok önemli" olarak değerlendiriliyor. Elbette, bu sadece gençleri kapsayan bir durum değil, yetişkinler de bu kategoride değerlendirilebilir. The Wall Street Journal ve Chicago Üniversitesi'nde yapılan son anketler, vatanseverliği, dini, ebeveyn olmayı ve bir topluluğa dahil olmayı "çok önemli" olarak gören Amerikalı yetişkinlerin yüzdesinde son çeyrek yüzyılda keskin bir düşüşe işaret ediyor. Anketi hazırlayanlara göre, bu süreçte toplum nezdinde önemi artan tek öncelik para oldu. Daniel Kahneman, Matthew Killingsworth ve Barbara Mellers isimli psikologlar tarafından geçen ay Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde yayımlanan ve para-mutluluk ilişkisini konu alan makaleyi düşünelim. Anaakım haber mecraları, makalenin sonuçlarını paranın her şeye rağmen mutluluğu satın alabileceğinin teyidi olarak değerlendirdi. Yine de bir daha düşünmekte fayda var. Çünkü daha dikkatli bir okuma, bu bulgunun aksine işaret ediyor. 2010'da Kahneman ve başka bir meslektaşı, Angus Deaton, ortalama olarak, insanların ne kadar çok para kazanırlarsa kendilerinin bildirdiği refah ölçütlerinde o kadar yüksek puanlar aldıklarını gösteren bir çalışma yayımlamışlardı. Ancak bu refahın da bir sonu vardı. Mutluluk etkisi, 60 bin ile 90 bin dolar arasındaki gelirlerde bir "doyma noktasına" ulaşıyordu. Amerikan serveti ve memnuniyetsizliği üzerine yazdığım ve 2021’de yayımlanan kitabım Jackpot’ta, 2018’de psikolog Andrew Jebb tarafından yürütülen ve 1,7 milyondan fazla insan için global anket verilerini inceleyen benzer bir çalışmaya atıfta bulundum. ABD ve Kanada’da yapılan çalışmalarda, kazancı yılda yaklaşık 65 bin dolara varan kişilerde olumlu duygular geliştiği gözlemleniyordu. Kazanç arttıkça stres ve endişe gibi olumsuz duygular azalıyordu ancak 95 bin dolara vardığınızda bu kez bir doyum fazına giriliyordu. Hayatı ne kadar iyi yaşadığımız hakkında düşüncelerimizi ölçen hayat değerlendirme puanları, 105 bin dolarda zirvesini görüyordu. Ben de, bu verilerden "tüm temel ihtiyaçlarımız karşılandığında ve artık kredi kartı ekstrelerinden korkmadan yaşadığımızda doyumun zirvesine ulaştığımız" sonucunu çıkardım. Fakat 2021'de Matthew Killingsworth, meslektaşı Jebb ve Kahneman'ın sonuçlarıyla çelişen yeni bir makale yayımladı. Bu makalede, Jebb ve Kahneman’ın belirlediği doyum noktaları gözlemlenmemişti. Kahneman ve Killingsworth bunu bir akademik çekişme boyutuna taşımak yerine birlikte bir ekip oluşturdular ve hakem olarak Barbara Mellers’ın da katılımıyla daha derinlemesine incelemeler yaptılar. Geçen ay PNAS’te yayımlanan yeni çalışmalarında, gelir arttıkça refah seviyesindeki artış gerçekten de bir üst limite takıldı –ancak sadece kitle içindeki “en mutsuz” kişilerin yüzde 15'inde–. Araştırmacılar, “daha mutlu” kişilerin daha da mutlu olmaya devam ettiğini gözlemledi. Hatta “en mutlu” kişilerin yüzde 30'luk kısmında etki daha da şiddetlendi: Daha fazla para, daha fazla mutluluk demekti. Bu ilginç sonuç, yayımlandıktan sonra geniş bir kitleye ulaştı ve büyük ilgi topladı. Ancak makale, genellikle göz ardı edilen uyarılar da içeriyordu. Örneğin çalışmayı yürüten araştırmacılar, gelir ve mutluluk arasındaki ilişkinin "istatistiksel olarak sağlam olsa bile temelde zayıf" olduğu notunu düşüyor.  Killingsworth, 2021’deki makalesinde, daha yüksek gelirlerin neden daha fazla mutlulukla ilişkili göründüğünü gerçekten önemsedi. Etkinin dörtte üçünün, daha yüksek gelire sahip kişilerin "kendi hayatları üzerinde daha fazla kontrol sahibi" olmasından kaynaklanabileceğini tahmin ediyor. Geri kalanların çoğu, mali güvensizlikten kurtulmakla ilgiliydi. Killingsworth, çoğu insan için, okulu bitirip belirli bir kariyer yoluna girildiğinde, "makul gelir aralığının oldukça dar" olduğundan bahsediyor. "Birinin gelirini mütevazı bir oranda artırmak, mutlulukta en iyi ihtimalle küçük bir fark yaratır. Ancak cerrah mı yoksa sosyal hizmet görevlisi mi olacağına karar vermeleri, kesinlikle anlamlı ölçüde önem arz eder.” Killingsworth, "İnsanların zaten paranın mutluluk için önemini abartma eğiliminde oldukları için bu çağrışımları daha az önemsemeleri gerektiğini" kabul ediyor. "İnsanların bu çalışmayı okuduktan sonra mutluluk arayışının para peşinde koşmaya indirgenebileceği sonucuna varmasını istemem. Bu tamamen yanlış olur." Killingsworth’un bu sözleri aklıma North Bridge Danışma Grubu'nun kurucu ortaklarından psikolog Bob Kenny ile bir sohbetimizi getirdi. Kenny, zamanının çoğunu son derece varlıklı müşterilerin ve onların çocuklarının servetle ilgili kaygılarını dindirmekle geçiriyor. Maalesef Amerika'nın en zengin yüzde 0,1'inin duygusal refahına ilişkin kapsamlı veriler mevcut değil. Yine de, Kenny müşterilerinin mutluluk cephesinde biraz dezavantajlı olabileceğini düşündüğünü bir anekdot ile paylaşıyor: "Onları masaya yemek koyacak kadar parası olmayan insanlarla karşılaştırmıyorum. Fakat çoğu insan, şu anda hayatları pek iyi olmasa bile, 'Çok daha fazla para kazanacağım ve o zaman hayat daha iyi olacak' diye düşünebiliyor. ‘Okyanus manzaralı bir evim olsa her şey daha iyi olmaz mıydı?’ düşüncesi onların yanında.” Kenny’nin müşterileri, ne yapacaklarını bilemeyecekleri kadar çok paraya sahipler, bu yüzden artık bu yanılgıya tutunamazlar. Kenny, "İnsanlara her zaman 'Bakın, rahatlamak için alışveriş yapmak işe yarayabilir ama konu buysa kokainin de aynı işe yaradığını’ söylüyorum" diyor. "Sorun şu ki, her şey eskiyor. Bir şeyler almak için dışarı çıktığınızda –diyelim son model bir iPhone ya da Tesla olsun– ne kadar yeni ve güzel olduğunu düşünüyorsunuz. ‘Tanrım, bu harika!’ Bu, sürdürülebilir değil. Yeterli paranız olmadığından değil, ama albenisi kaybolduğunda bir tane daha almak zorunda kalıyorsunuz. Gidip aynı ürünü üç kez alan bir adam bile tanıyorum.” "Üç iPhone mu?" diye soruyorum. “Üç Tesla" diye yanıtlıyor Kenny. "Ve onunla tanışsan ‘Tanrım, bu mutlu bir adam’ diye düşünmezsin."